Submit your work, meet writers and drop the ads. Become a member
 
Muzaffer Sep 2019
dişlerini siyanürle fırçalayan biri için
göçükten yüzeye kulaç atmak
kaplan köpek balığıyla güreş tutmakla
eş değer nerdeyse

hatırlıyorum da
gökyüzü
tursillenmiş kadar berrak
ve gümüş tasın etrafında ışıltılı kızlar
göz banyomu baştan çıkarıp
hüşu içinde durularken

karanlık pencerelerin
uykulu camları
kapkara bir horultu soluyordu
çıkartırken keyfini loş odalar
sondajlı hafriyatın

o saatlerde
küçük titremeler birden
atlı karınca turuna dönüştü
ayakta zor duran sarhoş binalar
sokağa petite beurre gibi
düşmeye başladığında
gördüm ambülans çığlığına karışan
yarı canlı umutların şaşkınlığını

akıl oynatan ceset eşkalleri
tanınmaz halde kimi
kimi bir çocuk
resimde gülümsemiş kimi

oysa,
düğün mevsimiydi o ara
henüz yolcu etmiştik
hayırlı bir depreme
kolu bilezik dolu gelini

dişlerini siyanürle
fırçalayan biri olarak diyorum
ölmüyor
daha beter hissediyor
canlı performansa gitar çalınca
pena gibi kırılıyor insan

tüm bunlara tanık olmak
bir ses
bir tıkırtıya
kulak kabartarak
vadesi kapalı bir canı
incitmeden çekip çıkarmak
yeni doğmuş gibi
anasının karnından

ve acı bir mutsuzluk hissi
cansız  bedenleri
tabutundan önce kucaklamak

bir vakit sonra
sarmaladık davetsizi
giydirdik sırtına moher hırka
uğurladık suçsuz gelini..

..

Deprem kayıpları anısına..
  Aug 2019 Muzaffer
S Olson
Heaving into the airless room of your heart
willingly, I sat on the bone-cold floor

subsisting on chaotic peeling inches of light
in the dimly lit corners of your diaphragm;

but I have grown old inside the succubus
stomach of these walls, and I am drowning

listening to you speak of your emptiness
as you bathe all around me
in the holy waters of narcissism
the cathedral of your sorrow eats

itself; I tethered a promise into the middle
of you, and I could yet spit at salvation



the lock on the door;
I could spit at salvation
but I have tethered a promise
deep as this imprisonment
masked as a woman.











into the middle of you

is where I am most alone.






my father is dying; of the many times
I chose to stay, this is not one

you have abandoned me within you for
the last time; I forgive

but you are not the god

Consumed and spit out many times
through the unlocked door of salvation,

the cathedral of your sorrow eats
what of myself I have cloistered there

not so I could be a sacrifice on your altar;
you are not the god of my promise to fill you

but my father is dying, and you are a prison
and heartbreak can funnel no love.





but a prison has become you.









I appreciated the slowly peeling inches
of dim light in your many hard corners,

growing old in the succubus of these walls,
drowning on the inside
listening to you speak of emptiness.







as you speak of empty




and I appreciated the peeling walls,
respecting
the dim light in the many hard corners;

but I have been growing old in this bitter love
where you say, and I listen of your empty

where I am prostrate, drowning in walls
so as to lessen the sting of your sequester

but I could fall through this door
you have opened; I could sink
without a struggle to our grave

where the cathedral of your emptiness
would truly become a skeleton

see, the sinew of it is not in self religion
but that love is the heartbeat.








too.












where I will no longer be stifled
in the asphyxiation of your self religion

breaks my hoard











but the anti-gift lies in my cloister,
and the world moves as I am misappreciated



and I listened to you tell me how empty
you are, and how you invite, but how
no-one comes

and I bathe in the bitterness, as well as
the love, because this is something which I
have promised

but I am drowning in a room,
a room that talks to me of walls
and of ceilings, and of floors

and of itself; but never of what is given
by not walking through the unlocked door

into a place where the cathedral
of your emptiness
may preach, aware, that the sinew
of love
is the soft aorta if you are the skeleton.










but the cathedral of you I will worship
even as I sever the love
Muzaffer Aug 2019
parfümlü
tanıtımın büyüsüne ilişik
birkaç fotoğraf kafi
fiyat konuşmak için
aşikare
kaça veriyorsun? demek
büyük küstahlık
o nedenle
yol, yordam biliyor
istismara gebe aşk..

şartname
kibar ve
yüzüne bakılır olmalı
hele de
kültür mutfağı..
döktürmeli gözler
söz söze gelince..

aperatif
ve sıcaklar neyse de
bak, bu tatlı
fecii derece önem arzediyor
diz dize gerilince

cüzdan
kalınlığında olmalı
kıkırdak yapı
ki
incir,
çuvalında
fresh’liği muhafaza edebilsin
bünyeye göre birkaç zaman

porsche’*** tabakta
kadın budu köfte kimi
kimi bir simit, çaya tav
kimi,
bütün STK’ları tarar
umurundaymış gibi aşk
kıçını poh pohla dur
7/21 durmadan..

ego’ya bağlanıyor
şüphesiz yollar
hırs ve ihtiras
boklu bir kalemde aranıyor
endorfin çoğu zaman
işbu raddeye gelince
gol değeri kazanmıyor
bacak arası atılan aşk

bir heykeltraş niçin aldatılır
ya da
bir ressam
ya, bir operetse kurban
veya şiir adı altında
mektup yazan

foseptikten farkı yok
sanal kerhanelerin mirim
kaç delikanlı çıkarmış
bir kadını çukurdan..

..
  Aug 2019 Muzaffer
Lawrence Hall
What Can We Do...?

                         They may break our bodies…
                   but they need not dominate our minds.

                                          -C. S. Lewis

Every book we read to a little child
Every kindness we work for another soul
Every bowl we fill while serving the poor
Every prayer whispered, spoken, or dreamed

Every cup of coffee shared with a pal
Every wheezy old joke about Pat and Mike
(Or, to be fair, about Trevor and Neville)
Every small joy sung to the universe

Is a beginning
Your ‘umble scrivener’s site is: Reactionarydrivel.blogspot.com

It’s not at all reactionary, tho’ it might be drivel.

Lawrence Hall’s vanity publications are available on amazon.com as Kindle and on bits of dead tree:  THE ROAD TO MAGDALENA, PALEO-HIPPIES AT WORK AND PLAY, LADY WITH A DEAD TURTLE, DON’T FORGET YOUR SHOES AND GRAPES, COFFEE AND A DEAD ALLIGATOR TO GO, and DISPATCHES FROM THE COLONIAL OFFICE.
Muzaffer Aug 2019
dün
bugün gibiydi aslında
aynı oksijeni soluduk
aynı güneşte
aynı güneşe akşam
perde çekince
burulurduk sofrada
evlenir gider biri
ya da
rızkı kesilince

dün
bugün gibiydi aslında
bedenler büyüdü biraz
bir de gezindikçe yollar
ve
büyüdü çoraplar yürüdükçe
arlanmadı kopya çekti okullar

dün
bugün gibiydi aslında
asmalar, kelebekler
ve kuşlar
başak sarısı tarla
buluta kafa tutan dağlar
baştan çıkaran deniz
ve
köpüklü aldığı duşlar

dün
bugün gibiydi aslında
ömrü kısa bazısı
eşikten mezara aşklar
ilahi emrin mottosu
merkeze alınan ruhlar
her dakika sevişen dünya
ve
her dakika doğan çocuklar

dün
bugün gibiydi aslında
yeniler, eskiler
ve hepsi
farklı tat'da
Next page