Submit your work, meet writers and drop the ads. Become a member
Muzaffer Jun 2019
getto sokakları
sonbaharda ölü renge bürünüyor
ve anlaşılması güç bir nedenle
bir kefen içinde soğuduğunuz
ve şişmeye başladığınız hissi
evlerin pencerelerine yansıyor
meşgule vererecek korkusuyla
her sabah köşesinden geçiyorum
diyagonal adımlarla en sevdiğim evin
geçiş izni bakışlar ve yüzündeki edayla
up date ediliyor her sabah
günaydın geçiyor gözlerinde alt yazı
çok özledim dün sabahtan bu yana
clark çekmeyi bilmiyorum henüz
günaydın çekiyorum utangaçlığımla
diri tutmaya yetiyor ilk göz teması
yirmi adım sonunda
kayboluyor endişem sokak sonunda
mektuplar yazıyorum öğle yemeğinde
sabah vermek gayesiyle amigdalamda
haftasonu bi kahve içebilir miyiz?
ciddi biri yoktur umarım hayatında!
adın ne sahi? sahipsizim, sahiplenmekten korkma
vesaire, ve benzeri, ve daha bir sürü zırva
akşam çöküyor umutlarıma, sokak lambasında
perde tadilatta oluyor o saatlerde
yine de bir ümit utangaçlığımda
şişman kadın çoktan çıkmış oluyor geçerken
kapkara bir perde camın dudaklarında
sabah olacak yine yarın diyorum
bir kelebek gülümseyecek yanağında
mektubu veremeyeceğim yine
o yazana dek, akut utangaçlığıma
seviyor biliyorum, seviyorum ben de
ya o düşecek camdan, ya ben bakarken
vuslat çukuruna..
Jon Shierling Oct 2013
There was water near, her horse could smell it, and so could she after journeying so far. Seemingly small things regained their importance in an empty land such as this, for what use is wealth without water, or power without others to wield it upon? A strange thought, not like her at all. People changed in this desert though; she knew from the way she watched her horse’s stride, and how she could remember all the names of the constellations, something she had not been able to do since times long past. She would not allow her mount to make directly for the water source, a well most likely, and she was wary. Around the foot of this dune, and there it was, the expected well, and a single palm standing sentry beside it. She drew water, relished the sound as it sloshed around in the hide bag, relished the act of letting her horse drink first, the joy of uncomplicated companionship. She drank, refilled her own water skins, ate a few dates, and let her gaze wander. She had maybe an hour left of daylight and was in no hurry to arrive, wherever it was that she was going. A hawk cried as it stooped upon a hare two hundred yards to her right, a beautiful thing to her. And on the heels of that, a fear. A quarter mile away, outlined against the distant plateau, walked another rider.

She had been drifting, sailing almost into a sleep, and now she was awake. What was that sound? Guitar. Her guitar, played with unsure hands, hesitant and sad. Bodiless chords making their way through the open window. God it was hot, oppressive almost, and she could still see the sweat beading on Clara’s forehead. She would not get back to sleep now, not so uncomfortable. She wriggled out of bed, carefully moving out of Clara’s arms. Needlessly though, Clara never woke without a good shaking or a loud noise. She pulled her green sweater off of the chair where it had been thrown an hour before and paused before putting it on. Something she had forgotten to do maybe, something at the back of her mind. Nothing. Closing the door behind her, she padded through the small living room to the open balcony and stood behind the man sitting on an old barstool, rescued he said, from a bar in Alfama. She watched him try and play her guitar, watched him bent in concentration. There was a bottle of wine and two glasses, one empty, standing on the wicker table next to him. Picking up the empty one, he held it out to her without turning around. “I hope I didn’t bother you Ta’ra, I was in a mood and couldn’t help it.” “No,” she said, taking the offered glass, “It’s too hot to sleep.” It annoyed her that he always knew when someone was around him, and in she and Clara’s case, which one of them. Curling up on the loveseat opposite him, she gazed out at Lisboa in all of its late afternoon beauty. “Give that back, you’re butchering whatever the hell it is you’re trying to play,” holding her hand out for her guitar. He handed it back to her, shrugged and said something about it being a long time since he’d picked up an instrument. She smiled, drained her glass, and began to play an old song, barely remembered. “Çevrem, etrafım şen mutlu iken. Ben yine hüzünlüyüm” She had never heard the melody played with a guitar, but she knew it well enough to play it without any hesitation. A haunting thing, this song, in a dialect she only knew by proximity, but no less powerful for people who cared for such things. She cradled her guitar, intent only on the music, on where her fingers must go. He watched and listened. “Why talk. If you do not listen to me? Running away…”
Muzaffer Jul 2019
mary joe
tescilli bir fahişe

gündüz taşakta dostuyla
gece sabaha dek durakta

biraz egolu ve bencil biri
mesajla yürür avına
oldukça kibar gerçi

güzellik
sıfırın altında bana sorsan
bı sıkımlık karı
sikik bir gizem yaşatıyor içinde
sanırsın darı ambarı

gizem tanımı ne olabilir
yalan, dolan dipsiz kuyu

mary joe bu
bugün aşığım der
yarın,
siniz-li, sunuz-lu
ama uyandırayım
franco'ya üflediği gibi
sessiz takar boynuzu

orospu işte
yine de
tam bir profesyonel
diyemem

ilgi ve alaka bağımlısı
fakat ne
tezat bi durum
azgın olsa da
bir kalbi var değil mi?

neticede insan
peki
ya, gerçekler?
kırdığı cevizlere
bulaşan pis kan?

duyuyorum
şarkı söylerken
ip asıyor mandala
bu halini bile bile
hangi öküz girer tarlaya
diyorum ama
dinleyen kim?

ahh mary joe
biliyorum isteğin bu değil

yürek
hoplatan biri olsun diyorsun
gezelim sarmaş dolaş
deniz kıyılarında

hiç olmazsa bir kez öpsün
kırk yıl bitmesin aşkı
özlesin saat başı
nihavendi, hicazımı

kim bilir
gerçek olur belki
bi posta atar sana
ama sadece bi posta

belki de oldu
misyoner uzandın yatağa

ahh mary joe..

uykusuz mary joe
işven yutulur sanma
göt attığın yolların
cünup sabahlarındasın..


..
Ceyhun Mahi Jun 2017
Hiç bir yer kalmaz kuru,
Yaş olur topraklar,
Düşer Nisan yağmuru,
Düşer sarı yapraklar.
Döner yine bu Gülşen,
Hatırlatır zarafet,
Ve hayran kalırım ben,
Göklerden gelir rahmet.
Açılır sümbül ve gül,
Mevsimler yavaş geçer,
Lakin istemez gönül,
Bırakmamayı seçer.
  Gitti Hazan mevsimi,
  Gitti Nisan mevsimi.
A Turkish Sonnet about April.
Selman Akıl Apr 2018
Tavus kuşu çok uzakta şimdi
postmodern bir ışık bile
            \\ değil ////

- halbuki hiç bir zaman hiç bir ^şeytan
bu kadar güzel olmamıştı -

/Sosyoloji acımasız:
          //uzak//
mitlerin yankı düzlemi
kinestesikle dudaklara uzak bir duruma kilitlendi./

(ve hem)

/Siyaset bilimi net:
Çokkültürlülük <Sıra ona gelmeden tüketildi.>
Kimlik politikaları <Ciddi mevzularda asılı kaldı.>/

- vucuduma
bir zaman
tavus kuşu dövmesi
yapmak isterdim // yapmadım.
Yine de zamanla ama
güneşin ne büyük
bir {düşünce} olduğunu kavradım. -
belki bitmedi ama şimdilik bu kadar.
Seni seviyorum diye uyandım yine bir sabaha
Güneşin hatrına döndüğü o güzel yüzüne bakınca
Daldım gözlerine ve bağlandım bu hayata
Tut ellerimden, sarıl bana, ol hep yanı başımda
Jon Shierling Mar 2014
Unlike some in this world, Simon was not afraid of loneliness, had no need to feel needed, in fact had often wondered how these two women had come burning out of the desert into his private world. He had been a solitary man most of his life, wandering or running from something he wasn't sure. What he was sure of was that he loved these two people whom God or Allah or whomever had placed in his path one day in Tangiers.

He had read the book by Mitchener titled "The Drifters" when he was young, and remembered it now as Ta'ra wept in front of him. Torremolinos was on the other side of the Iberian sure, but the irony of the similarities seemed so poignant that he couldn't ignore it. He put out his hand to this woman, who had travelled so far and for so long she was afraid of what permanency could mean. She made as if to slap him again, and stopped.

"Please. I don't want it to be like this". A bare whisper.

She touched his hand. A hand girls had once thought smooth and soft. No longer.

"I'm afraid."
"I know."

Sitting back down, she picked up the orphaned guitar, and gazing out over Alfalma, she again sang her childhood lullaby. “Çevrem, etrafım şen mutlu iken. Ben yine hüzünlüyüm”.

A girl in France uses a razor against herself in the bathroom between classes, an orphan in Delhi does what he can to provide for his sister, two wanderers find some sort of peace on a balcony in Portugal, and a broken ex-soldier writes about them in America. Where we began, does not have to be where we end, and the lives we touch may never be known to us. But that doesn't mean that who we are, and the joys or the sufferings, are meaningless. We are human, and to be human is to be searching.....
Muzaffer Apr 2019
yorgunum angel
evet evet
yorgun

buzul
şakalarına gülemiyorum
dahi antartika'nın

sırtımdaki kılıçlara
kurşun dökeceklermiş
düşmeyi rahatlatmak için
bardakta çekin bari :)


bak
yine sancı girdi geçmiş günlere
her ne hal
gazi konsepti reva görülse de
randevu veremiyorum
sırada ısrar edene

halbuki
okyanus suyundan tarhana
cape town gecelerinden
taze soğan olsa, gelicem kendime
budapeşte sokaklarından

poster poster sevişicem sonra
bir alana, bir bedava
takvim kızı, kapak kızı
patron hediyeli papaz kızı
tril tril mevsimlik
gülecek moher sırtımda

ama
lakin
ve fakat

solgunum angel
evet evet
solgun

stokholm sendromu bu
biliyorum..
kurşunu kendi doldurduğum
verip colt'u ele
hedefe kaz gibi oturduğum..
Muzaffer Feb 2019
Bu sabah
ne kadar
sıkıcı pencereden bakmak
midesi bulanık hava
hamile martılar
siren sesi
ve yağ kokusu komşuda
sıkıcıyız bu sabah
kibirli ve kızgın
ve ağlamak üzere aynı anda
aynı anda düzüşmekte kediler
cünup akmakta trabzandan
merdiven
viskiyle yıkanmalı artık
ve
infial mevzubahis parkta
iki ergen
dudak dudağa öpüştü önce
sonra gülüştüler
erkek olan tokatı patlattı
diğer erkek ağlamadı bile
ne tuhaf
sosyalleşemiyoruz artık
yarıçıplak kadın resimleri
her yerde var onlar
radyo, televizyon
ve gazeteler
işkence gibi sıkıcı hayat
fasikülleniyor ruhuma
leş kokuyor ağzım
oral faaliyetten
kıçı açık
uyuyor gina yatakta
ve
ve
pembe ceket
almalıyım kendime
ve pamuk şeker geceye
sevişmek istiyorum yine
ve içmek
şarap
sigara
ve yumruk atmak
göğün taşaklarına
işe ve rahatla!
yazmak camın buğusuna
ne kadar sıkıcı bu sabah
ve hayat ona keza
aldanış ve faturası
ipine
güven olmaz kuyular
boşanan çiftler
ve
boşalamayanlar
hırsızlar, pezevenkler
ve cinayet skeçleri

ve çocuklar
dahi planı yaradanın
bi’ onlar geliyor hakkından tanrının...



Vaha
Can Jul 2014
yine uzaklaşasım var şu mahalleden
balkonuma zeplinimi indirip,
uçan balkonuma atlayıp,
yükselesim, gözden kaybolasım.
bırak beni tatar, uçayım
Muzaffer Feb 2019
acıklı filmlerden nefret ederim
yine de
bir bilet veriliyor bir akşam
giriyorsun suareye
ilk başlar yormuyor
on dakika aradan sonra
saplıyor kadın bıçağı
bir şey hissetmiyorsun önce
teğet geçiyor kalbi kahkahaları
ölmüyor adam, beter oluyor
oksijen azalan beyninde
Tanrım! ne dangalak kareler
çıkmak istiyor duygular
sıyrılmak derisinden
ama imkansız
seni de
çekiyor içine mayıs
bir sürüngenin dilinde
yerleşiyorsun
salon salomanje sandığın
karanlık dehlize
uluorta oynaşıyor kadın
adamdan imtina ettiği
günışıklarını
bolca dağıtıyor evrene
sevmek, sevilmek
şehir efsanesi
duygu yitiminde kopuyor kıyamet
evriliyor bukalemun gibi benliğine
hücreleri çiğnerken kalp atışların
sevişiyor yabancı bir gövdeyle
ne cüretkar bir senaryo
işbirlikçiden söz etmiyor film
senaryoda olduğu halde
fakat ben görüyorum
uzaktan yakınlar birbirilerine
aynı familyagil, yani o da sürüngen
hani şu
arada bir köpek kılığına giren
ve fakat
adamın ifadesi alınıyor hastanede
temmuz köpeğimi çağrın diye
bas bas bağırıyor adam
bukalemun onun yüreğinde...


Vaha
Muzaffer May 2019
siz beni tanımaz
görünen yüzüme bakarsınız
ben havuçları dikim dikim diker
toprak inim inim inlerken
pembe şalvarlı şeftali soyardım
kalın ağaçlarımın gölgesinde
sulu sulu, vıcık vıcık
ne hoş gelirdi
tüylerin dudak masajı

bitmesin diye
yemez
porschelen tabağa koyardım
kıymetliydik ikimiz de
unutmadan
türküler
söylediğim de olmuştur
deep purple çaldığımda
asyalı kalça
dalgalansın da, durulsun diye
söylemesi ayıp
İyi şarkı çekerdim phuket sokaklarında

sonra, sarhoşluk mitoz duvara
dayandığında kafası güzel kargalar
ve süzülürken larva kolonisi
şeftali kurt(l)anmaya başladı
yatay geçiş hakkıydı elbet

şans işte
kurtulayım paniğiyle
önce çakal
sonra puma karşıladı
flört hayattı şeftaliye
hep aynı dudak gezinecek
değil a
delilah dinlemeye başladı
escobar kılıklı buluşma noktalarında

bir süre sonra
bitmeliydi bu zül
deryaların
aman bre
yine mi
çamaşır yıkamasıyla
martı çığlıkları karşıladı
bir zamanlar damak zevkimi

narkozlu balık yendi önce
boğazın legal sularında
sahil soğuma kimlik sorunca
kalktılar arelacele
aldılar soluğu
dişçi koltuğunda
apse yoktu bereket
takıldı protez
sabahın ilk ışıklarına..

..
Muzaffer Oct 2019
arz-ı podyum
etmeyi özledim dudak kıvrımında Emma

volta atmayı
aşağı yukarı
sağdan sola, soldan gerdana

gergedan burcuna aitmiş gibi
dolaşmayı zodyak kıyısında

sallanmayı mesela terazide bi süre
düşsem de kovaya yüksünmem
düşünselliğin asil dükalığında

Yorkshire sembolik olsa da
boyunbağı sıkınca nefes alamıyor
rengarenk ölüyor insan
iki yaka arasında

Westside değil şüphesiz
Bestside şüpheliyim tren garında

oysa
eşleşmiyor mor yüzler
yanımdan gelip geçerken

mütemadiyen ümitliyim yine de
elevermek istemiyorum kendimi

o yüzden elimde eski bir mecmua
karanfil klasik olur düşüncesi işte
afili bir mendil yakamda

ama neden gelmez bu trend
zaman bozduruyor müstakbel raylara

yeni değil
kendimi kandırmak farkındayım

fakat olağan şüpheli olduğum kesin

işte bu veçhile
tüm kompartıman rehine ağzımda

ya da
bir meczubum aşktan muzdarip
delilik trend garında..
Muzaffer Apr 2019
meltemin
yüzüme savurduğu çiçeği kokluyor
büyülü straplezi gecenin

fısıldıyor
cesur ve utanmaz..

sayalım
göğün kızlarını yine

sen sağdan, ben soldan
kirli sözler söyle bana
duralım 70’e 1 kala, ama
ağzın doluyken konuşma

ki bilirim
yakar nefesin
alazı kor dudaktan
tutulur grizuya
kasılırım yeni baştan

ve
bilirim
orda
gündoğumunda

kenarında yatağın
boşalırız aynı anda
deliksiz bir uykuya...
Yanıldım
Yalnızdım da
Hayallerim geçmişimi öldürene kadar.
Köpeğimi, yıldızlarımı ve sokak lambamı çaldılar

O köpekti
Benimle ağlayan
Şimdi çığlıklarımı bile duyamayan

O yıldızlardı
Beni bağlayan
Şimdi denizlerde boğulan

O sokak lambasıydı
Her gece hayallerime ışık tutan
Şimdi uykusuz ve yalnız bırakan.

Ve o gecelerin ardından
Uyandım yine, benim için karanlık bir güne
Kurumuş birkaç ağaç, kirli bir deniz
Muzaffer Mar 2019
merhaba sarnıçları alnın
ve alt parlamentosu
kaz ayaklarım
sizi seviyorum

değirmen
kaçkını saçlarım merhaba
koşudan yorgun mu
apak sevdanız
fukaralık gibi
beni yalnız bırakmadınız

gözlerim merhaba
ne canlar yaktınız kim bilir
çoğundan haberim olmadı
çocuk mu hala bakışlarım
bulansa da mavilikler
deniz feneri gibi
ümit burnu’ndayım

merhaba dilim
kem konuştun bazen duydum
duydu absolut üzengim, çekicim
kemik meselesi deme
lâkin
erdemine alkışım
her daim özür diledin

merhaba
acı patlıcanlar
kırağ çaldınız hep
bir kadının dudağında
refuse edildiniz çoğu zaman
pek azınız durmakta
dudaklarda ya
ıslık çalan
buselere merhaba

merhaba, merhaba
ellerim, ayaklarım
bazen boş yola çıktınız
dolu rızkla döndünüz
cana gözkulak oldunuz
minnettarım...

(şşştt.
sen dersini yap
bakıyim...)

merhaba yüreğim
kaç şıpsevdi konakladı
kim bilir
kaçı hançerleyip kaçtı
yine de memnunum senden
ara da bir
cızz etmesen
ama ne şereftir ölüm
senin kudretli elinden
uyurken gel
ve canımı yakma

öte yanda ki
ekmekli kadayıf zaten...

— The End —